Bornocu Ersan 11 Kasım 2015 Çarşamba



Masonoloji Notu: Aşağıdaki konferans 7 Ekim 1999 tarihinde bir mason locasında verilmiştir.

21. Yüzyıla girerken Masonluk dediğimiz zaman, konuyu çeşitli yönleriyle ele almamız gerekir. Çeşitli yönleriyle ele alırken de hangi çerçeve içerisinde konuya yaklaşmamız gerektiğini tesbit etmemiz gerekir. Bu çerçeveyi genel olarak evrensel Masonluk veya Türk Masonluğu şeklinde çizmemiz mümkündür. Ben bugünkü konuşma süresi içinde evrensel Masonluğu yeterince tartışma imkânı bulamayacağımızı düşündüğümden, konuyu Türk Masonluğu çerçevesi içerisinde ele almayı uygun görmekteyim. Çerçeveyi bu şekilde tesbit ettikten sonra, hangi yönleri irdelememiz gerektiğini de belirtmemiz gerekir.

a- Türk Masonluğunun hali hazır durumu;

b- Harici âlemde Masonluğun ne şekilde algılandığı;

c- Türk Masonluğunun harici âleme açılması yolları;

d- Masonik düşünce ve ideallerin topluma aktarılma imkânlarının olup olmadığı ve bunun ne şekilde gerçekleştirilebileceği
.

Bu ana başlıkları tesbit ettikten sonra konumuza geçebiliriz.

Konuşmama bir efsane ile başlamak istiyorum. Âdem ile Havva İrem bahçesinde hiçbir kaygıları olmadan ve buradaki bütün nimetlerden faydalanarak yaşıyorlardı. Burada kötü, çirkin, yanlış hiçbir şey yoktu ve sonsuza kadar yaşama imkânları da vardı. Burada bir tek yasak vardı, o da bilim ağacının meyvesinden yemekti. Ancak Şeytanın tahriki ile bu meyveden yiyince bütün bu nimetlerden mahrum oldular ve Tanrı tarafından cezalandırılarak Dünya’ya sürüldüler. Artık Dünya’daki bütün zorluklarla ve tehlikelerle mücadele etmek zorundaydılar ve yalnız kendileri değil gelecek nesilleri de lânetlenerek ölümlü olmuşlardı. Bu mücadelede insanoğlunun elinde bir tek silâh vardı; o da bilim ağacının yasak meyvesinin kendisine bahşettiği düşünen akıldı. İnsan düşündü silâhlar yaptı, kendisini doğa şartlarına karşı koruyacak imkânları sağladı, ateşi buldu, tekerleği icat etti, düşüncesi ile ulaşamadığı yerlerde tanrıları yarattı, giderek tek tanrılı dine ulaştı, bilim ve teknik alanında giderek artan bir tempoda ilerleyerek bugünkü medeniyet seviyesine vardı. İşte düşünen aklın efsaneye dayanan gelişimi.

Ancak düşünen aklın insanlığa sağladığı bu imkânların ve yararların pek de kolaylıkla elde edilebildiğini söylemek mümkün değildir. Her devirde düşünen akla karşı çıkanlar olmuştur ve bu karşı çıkanlar da yine aynı hamurdan yoğrulmuş insanlar olmuştur.

Hepiniz tarih içinde düşünen aklın ürettiği ve insanlık yararına olan nice ilerici görüşlerin karşılaştığı zorluk ve engelleri bilirsiniz. İnsanlar bu görüşleri yüzünden dışlanmış, işkencelere maruz kalmış, görüşleri zorla değiştirilmiş, öldürülmüşlerdir. Hatta bazı kimseler sırf belli bir görüşe taraftar oldukları için, diğer bazıları ideolojik veya dinî inançları için ve diğer bazıları da belli bir ırka mensup oldukları için topluca katledilmişlerdir. Bu geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. İnsanoğlu İrem bahçesindeki düzenli yaşamından kendine göre kaos olan Dünya yaşamına geçtiği zaman, kendine göre kaos olan bu durumu bir düzene sokmaya çalışırken, giderek düzenden kaosa dönüşen bir ortam yaratmıştır.

Masonluk da insanlığın bu tarihî gelişmesine paralel bir gelişme göstermiştir. Esas amacı "Hakikati aramak" ve "tüm insanlar ve insanlık için mutluluk yuvası olacak bir ülkü mâbedi inşa etmek" olan Masonluğa da devamlı bir karşı çıkış olmuştur. Şu bir gerçektir ki Masonluk totaliter rejimlerin egemen olduğu ülkelerde ya yasaklanmış ya da faaliyetini tatil etmiştir. Bu demek değildir ki düşüncelerine de son vermiştir.

Masonlar bu rejimlerde dahi prensip ve ideallerini gerçekleştirmeye çalışmış ve daima ezilen halkın yanında yer alarak o ülkede demokrasinin kurulması için çaba harcamışlardır, demokrasi ortamına geçilir geçilmez de loca çalışmalarına kaldıkları yerden devam etmişlerdir.

İnsanlık tarihinin önemli olaylarına bakarsanız, her yerde masonların öncü olduklarını görürsünüz. Fransız İhtilâlinden tutun da İnsan Hakları Beyannamesine kadar insan haklarının gelişmesi ve yerleşmesi için verilen savaşlarda hep masonların imzası vardır. 1996 yılında kaybettiğimiz Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti Hâkim Büyük Âmiri Sahir Erman Kardeşimizin şu sözü "Mason" hüviyetini taşıyan bir kimsenin nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: "Haritada yerini bulmakta zorluk çektiğimiz dünyanın herhangi bir yerinde insanî haklarına saldırıda bulunulan bir kişi ıstırap çekiyorsa, o kişi benim".

Masonluk Türkiye’de 1999 yılında kuruluşunun 90. Yılını idrak edecektir. 90. Yıla girerken Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Bodrum, Marmaris ve Eskişehir’de çalışan 149 Loca ve bu Localara kayıtlı 10.540 üye mevcuttur. Önümüzdeki 20 yıllık perspektif içinde Türk Masonluğunun nasıl gelişeceği araştırmaları ve çalışmaları yapılmaktadır. Devam eden bu çalışmaların sonucunda hangi şehirlerde Localar kurulmasına başlanacağı ve artacak olan üye sayısına göre lokal ihtiyaçlarının ne şekilde karşılanacağı tesbit edilecektir.

Türk toplumunda Masonluk hakkında yeterli bilgi olmadığı ortadadır. Masonluk karşıtı olan bazı kimseler de topluma Masonluğun ne derece tehlikeli bir müessese olduğunu aşılamaya özen göstermektedirler. Kabul etmemiz gerekir ki toplumdaki bu bilgi eksikliği biraz da bizlerden kaynaklanmaktadır. Masonluk hakkında tarafımızdan yapılan açıklamalar çok az olmakta ve tarafsız kişilerin kafalarında beliren sorulara yanıt vermekten uzak kalmaktadır.

Ülkemizde son zamanlarda bir hayli artan ve artık düşünce ve hedeflerini açıkça ortaya koymaktan çekinmeyen lâik demokratik düzene karşı olan ve onu yıkmaya çalışan bir takım insanlar vardır ve bu insanlar, tarihteki her dönemde olduğu gibi, dini bu emellerine âlet etmektedirler. İşte bu kesime dahil olanların sözcüleri, yine tarihteki her dönemde olduğu gibi, Masonluğu kendi emellerinin gerçekleşmesine engel olacak bir kuvvet olarak görmekte ve müessesemize karşı saldırılarını giderek arttırmaktadırlar.

Bu kesimin en son saldırı çabalarını Kanal 7 televizyonunda geçen yıl yapılan sürekli yayınlarda izledik. Bu ve benzeri yayın ve neşriyatla topluma Masonluğun ne denli garip ve tehlikeli bir müessese olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. Masonluğun kökü dışarda gizli bir cemiyet olduğu, siyonizme hizmet ettiği, masonların dinsiz oldukları, Localarda bir takım kanlı törenler yapıldığı devamlı vurgulanmaktadır.

Biz masonlar da kendimiz hakkında fazla açıklama yapmadığımız için, çoğu kimseler bu yayınlara inanmasalar bile, en azından bir takım şüphelere düşmektedirler. Halbuki Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Dernekler Kanununa göre kurulmuş, Dernekler Masası tarafından denetlenen ve herhangi bir başka dernekten farkı bulunmayan bir kuruluştur. Tüzüklerimiz, ritüellerimiz, Mimar Sinan ve Tesviye dergilerimiz, masonik konularda birçok kardeşimizin yazdığı kitaplar binalarımızda satılmaktadır. Localarımızda yaptığımız çalışmalar hep kendimizi geliştirmeye ve topluma yararlı fertler olmaya yöneliktir. Ancak masonlar ketûmdurlar ve kendi iç işlerinden pek bahsetmezler.

Haricî âlemde Masonluk aleyhine yazılan bir sürü kitap, dergi satılırken, ritüellerimizi ele geçirip bunlardan bazı pasajları alarak ve hatta bazılarını çarpıtarak birtakım Masonluk aleyhtarı televizyon programları yapılırken, bir kimsenin Mason olduğunu ileri sürmenin o kişiye yapılmış bir hakaret olduğuna mahkemelerce karar verilirken, Masonluğun ne olduğunu, tüzüklerinin neleri ihtiva ettiğini, Masonluk tarihini, Masonluğun prensip ve fikirlerini kamuya açıklamanın zamanı çoktan gelmiştir ve hatta geçmektedir kanısındayım. Masonik kurallarımıza göre Masonluk hakkında açıklamalarda bulunmak sadece Büyük Üstada veya onun görevlendireceği masonlara aittir.

Bu konuda bir takım adımlar atıldığını da belirtmek gerekir. Nitekim ilk olarak 1972 yılında Abdi İpekçi, Büyük Üstad Hayrullah Örs ile bir röportaj yapmış daha sonraları, hatırladığım kadarıyla, 1989 yılında Büyük Üstad Orhan Alsaç, Emin Çölaşan’a mâbedlerimizi gezdirmiş ve sorularını yanıtlamış, aynı şekilde Büyük Üstad Can Arpaç 1992 ve 1993 yıllarında İzmir’deki mâbedlerimizi gezdirmiş, bazı muhabirlerle röportaj yapmış, 1996 yılında Büyük Üstad Tunç Timurkan çeşitli sivil toplum örgütlerinde Masonluk hakkında konuşmalar yapmış ve sorulara cevaplar vermiştir. Son olarak da Kanal 6 da Hulki Cevizoğlu’nun programına ferdî olarak katılan bazı kardeşlerimiz, ki bunlardan biri de Önceki Büyük Üstadlarımızdan Enver Necdet Egeran’dır, Masonluk hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır. Diğer taraftan 10 Kasım ve 29 Ekim günlerinde topluca Anıt Kabir ziyaretleri ve Taksim anıtına çelenk koyma yürüyüşleri yapılmakta, çeşitli vesilelerle gazetelere duyuru veya açıklamalar gönderilmekte, İnternet kanalıyla Masonluk anlatılmakta, üniversite öğrencilerine burslar verilmekte, çeşitli şehirlerde mason baloları tertip edilmektedir. Bütün bunlar tabii ki sevindirici gelişmelerdir, ancak yeterli olmadığı görülmektedir.

Denebilir ki mason aleyhtarlığına karşı kendimizi savunmaya, bazı kesimlerle polemiğe girmeye ihtiyacımız yoktur. Şimdiye kadar yapılageldiği gibi vakur ve haysiyetli tavrımızdan ödün vermeden sessiz kalmak en doğru yoldur. Benim söylemek istediğim saldırıya savunma veya saldırıyla karşılık vermek değil, topluma Masonluğun ne olduğunu anlatmak, onları bilgilendirmek, kafalardaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak, yani bir nevi şeffaflaşmaktır. Bu şeffaflaşmanın örneklerini dış ülkelerde de görmekteyiz. Bir çok ülkede masonlar dışa açılmaya uzun zamandan beri başlamışlardır. Kitaplar, tüzükler, ritüeller haricî âleme satılmakta, televizyonlarda mâbedler, hatta törenlerden bazı bölümler gösterilmekte, haricîlere açık konferanslar tertip edilmektedir.

İtalya’dan bir örnek vereyim: İtalya’daki meşhur P2 Locası skandalından sonra Büyük Üstad Giuliano di Bernardo 1991 yılında bir basın toplantısı düzenlemiş ve 53 gazetenin muhabirlerine Masonluğu anlatmıştır. Bu basın toplantısı, aşırı katolik görüşlü veya neo-faşist partinin resmî yayın organı hüviyetindeki birkaç gazetenin zorlamalı polemikleri dışında, son derece olumlu netice vermiş ve İtalyan Masonluğunun tarihî ağırlığı, kültürel ilgi alanı ve fıkirlerinin neler olduğunun açıklanması olanağını sağlamıştır.

Ülkemizde de artık Masonluğun dışa açılmasının gerekli olduğu çoğu kardeşlerimizce savunulmakta ve Büyük Locamız da bu yönde çalışmalara ağırlık vermektedir. 1999 yılının Türk Masonluğunun 90. Yılı olmasından da yararlanılarak, bu vesile ile yapılacak etkinliklerin dışa açık bir şekilde gerçekleştirilmesi plânlanmakta ve programlanmaktadır. Tahmin ediyorum ki kısa bir süre sonra bu çalışmalar açıklanacak ve bunun da semeresini göreceğiz.

Masonluğun dışa açılmasının yanında masonik fikirleri de topluma yayarak Türk insanının ülkesine ve insanlığa daha yararlı, kültür ve medeniyet seviyesi yüksek,insan haklarına saygılı bir hale gelmesini sağlamak gerekir.

Hepinizin bildiği gibi Masonluk hiçbir şekilde diğer akımlarla karıştırılmayacak, hatta kıyaslanmayacak bir hüviyete sahiptir. İnsanın düşünce hayatının başladığı günden beri, düşünen her insanı tedirgin eden mistik ve sosyal problemler karşısında Masonluğun takındığı tavır, bu problemleri araştırmada kullandığı metod ve vardığı sonuçlar hiçbir dinin, hiçbir felsefe veya düşünce akımının erişemeyeceği bir seviye ve berraklıktadır.
Çünkü bütün dinlerin, bütün akımların Masonluğun sinesi içinde yer buldukları, fakat aynı zamanda incelemeye tâbi tutuldukları ve her türlü dogmatizmin reddedildiği görülmektedir. Bunun içindir ki, dogmalara körü körüne kendisini bağlı saymayan her insan Masonlukta bir düşünce ve ruhî gelişme imkânı bulur.

İnsanlığı birleştirmek, fikir ve inanç farklılıklarını, bunlardan doğan çekişme ve kavgaları ortadan kaldırmak, insanın sömürülmesine son vermek iddialarıyla ortaya çıkan bütün dinler, ideolojiler veya felsefe akımları, neticede başka bölünmelere, başka kamplaşma ve kutuplaşmalara, yeni yeni kavga ve uyuşmazlıklara yol açmaktan geri kalmamışlar, aynı dinin sinesi içinde gelişen çeşitli mezhepler bile mâbedlerini ayırdıkları gibi mezarlıklarını da bölmüşler, hatta ahirette dahi cennetin sadece kendileri gibi inananlara mahsus olduğunu ileri sürerek orasını bile parsellemekten geri kalmamışlardır. Aynı şey bütün dünyaya yayılmak iddiasıyla ortaya çıkan bazı ideolojilerde ve kitlelere hitap eden siyasî partilerde de görülmüş, onlar da çabucak parçalanmış ve iç kavgalara, hatta savaşlara sahne olmuştur.

Bu manzara karşısında bugünkü insanlık bir çare bulabilmiş değildir. Her kavgaya karışmak, her parçalanma istidadına karşı cephe almak hem mümkün olmamakta, hem de alınacak cephenin seçiminde veya kavgaya karışma yönteminin belirlenmesinde gerekli kararları vermek diğer bir takım uyuşmazlıklara yol açmaktadır.

İşte Masonluk bu noktada bize ve tüm insanlığa en isabetli metodu göstermektedir. Bütün bu çekişmeleri, bütün bu çıkar uyuşmazlıklarını, bütün bu önyargıları, tarihten ve günümüz olaylarından kaynaklanan bütün bu düşmanlıkları çözmenin bir tek yolu vardır ve bu yol da insanlar arasında diyalog kurulmasıdır. Ancak bu diyaloğun meyve vermesi için iki şarta ihtiyaç vardır. Birincisi insanların ne kadar önyargılı ve taraflı olurlarsa olsunlar, kendileriyle bıkmadan ve usanmadan konuşulmak suretiyle bu önyargılarından vazgeçebileceklerine inanmak; ikincisi de konuşmaktan, yazmaktan, anlatmaktan asla yılmamak, korkmamak ve vazgeçmemektir.

Masonluk müessese olarak bu mücadelenin aktif tarafı olmamıştır ve olamaz da; sadece kendi mensuplarına bu yöntemi, o da bir takım semboller ve allegoriler, hatta doğruluk derecesi bir hayli şüpheli bir takım efsanelerle dolaylı olarak tavsiye eder.

Böyle bir diyaloğun kurulmasının bir şartı daha vardır, o da hasmın dahi haklarına saygılı olmak ve bu hakların koruyuculuğunu yapmaktır. İlerlemiş yaşında mason olan Voltaire kardeşimizin bir sözünü hatırlatmak isterim. Bir hasmı ile giriştiği bir polemik sırasında şöyle demişti: "Sizin fikirlerinizi hiç beğenmiyorum, hatta bunları son derece zararlı ve tehlikeli buluyorum. Bunlara karşı çıkmak hakkımı saklı tutmakla beraber, bu görüşlerinizi açıklama özgürlüğünüzün ilk başta gelen savunucusu yine benim".

İşte böyle bir metoda yatkın olan, özgürlüğü yalnız kendisi için ve kendisi gibi düşünenler için değil hasmı için de savunabilecek derecede özgürlük aşkını içinde taşıyan, kendisinin ve sevdiklerinin canını yakanlarla bile diyalog kurabilecek kadar mert ve başına gelebilecek felâketlerden yılmayacak kadar yürekli olan kişilere Masonluğun söyleyebileceği yeni bir söz, gösterebileceği yeni bir hedef vardır. Mason kardeşlerimizin görevi de burada ortaya çıkmaktadır. Mason kardeşlerimiz toplumun her kesiminden insanları eğitmeye, onlara masonik fikir ve prensipleri aşılamaya, insanlar ve insanlık için yararlı olabilecek her türlü girişimde ön saflarda yer almaya ve tüm insanlara örnek olabilecek davranışlar içinde olmaya özen göstermelidirler. Bu şekilde hareket edildiği takdirde, dünyada ve ülkemizde mevcut olan haksızlıkların, saldırıların, zulmün, bilgisizliğin önüne geçmek ve ülkü mâbedinin inşasına aktif olarak katılmak mümkün olacaktır. Ancak bütün bunları yaparken de bir şeyi akıldan çıkarmamak gerekir. Ahenk ve düzen sağlamak uğruna masonik prensip ve ideallerden taviz vermek mümkün değildir; zira böyle bir taviz sonuç itibariyle insan haklarından taviz vermek anlamına gelir. Taviz mefhumu ile insan hakları mefhumu ise hiç bir şekilde bağdaşamaz.

İnsan Hakları Beyannamesinin ilk maddesinin tarihî kelimelerini hatırlayalım: "Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar". Bu maddenin kabulüne karşı çıkmış olan aşırı dinci kesim, bugün insan haklarının savunucusu kesilmiştir. Söyledikleri şudur: Madem ki bütün insanlar hür ve eşit doğarlar, madem ki insan hakları iç veya dış kanunlarda yazılı olmasalar bile ezelden beri mevcutturlar, madem ki bu doğal haklara aykırı olan her türlü düzenlemeler ve uygulamalar insan haklarına saldırıyı ifade eder, o halde tanrısal buyruk olarak gerçekleştirilmesi emredilen dinî kurallara göre yönetilmek ve yaşamak isteğinde olan kişiler veya toplumlar bu haklarını talep etme hakkına sahiptirler ve toplumun diğer kesimlerinin kendi giyim-kuşamlarına, ibadet tarzlarına, sosyal ve ailevî yaşamlarına, hatta yargılama ve infaz sistemlerine karşı çıkmaya hakları yoktur.

Fazla uzağa bakmamıza gerek yoktur. Bu söylem ülkemizde son zamanlarda iyice yaygınlaşan bir ifade tarzıdır ve bu söylemin uygulanmasına da tanık olmaktayız. Türbanın yasallaşması yönünde adımlar atılmakta, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde dahi Kıyafet Kanununa aykırı giyimler sergilenmekte, bir takım tarikatlar garip garip ayinler yapmakta, kadınlara seçilme hakkı tanımayan bir parti iktidara gelebilmekte, medenî nikâha gerek duyulmaksızın dinî nikâhla birleşmeler olmakta, şeriat kanunlarına göre yargılanma istemleri duyulmakta, hatta bir takım âyetleri ezberlemekle cezanın azalmasını öngören infaz modelleri üretilmektedir. İşte insan hakları mücadelesini sürdüren kişiler, insanın yaşama hakkından başlayarak çağdaş ve medenî toplumlar gibi sosyal, siyasal, ekonomik, teknik ve fizikî gelişme haklarını topluma kazandırmak için savaşmaya devam etmek zorundadırlar. İşte bu ideal içindir ki insan haklarından en ufak taviz vermeye ne hakkımız ne de imkânımız vardır. İşte bunun içindir ki insan hakları mefhumu ile taviz mefhumu bağdaşamaz. İşte bunun içindir ki ülkemize demokrasiyi, lâikliği, insan haklarını getirmiş olan büyük Atatürk'ün ilkeleri etrafında birleşmeliyiz.

Konuşmama bir efsane ile başladım, bir diğer efsane ile son vereyim. Homeros'un meşhur Odissea'sının esas kahramanı hepinizin bildiği gibi Ulis'tir. Ulis 10 yıl süren Truva savaşından sonra askerleri ile vatanı İtaka'ya dönmeye uğraşmaktadır ve bu seyahat sırasında bir sürü serüven yaşar, önüne hep bir takım engeller çıkar. Ne zaman bu engellerden birinden kurtulsa, başka bir engel, yeni bir macera onu beklemektedir. Ulis her ne kadar Yunanlıların en kuvvetli, en akıllı, en yenilmez kahraman savaşçılarından biriyse de; aynı zamanda bir takım zaafları da olan bir insandır. Nitekim sırf merakı ve macera hevesi nedeniyle bir sürü olaya kendi iradesiyle atılmakta, büyücü Circe'yle birlikte yaşayarak eşine karşı sadakatsızlık örneği sergilemektedir. Eserin gözle görülen ve devamlı ön plânda olan bu kahramanının yanında, Homeros'un bir ikinci kahramanı daha vardır. Penelope.

Penelope, eserde pek fazla konuşması olmayan, adasında, hatta çoğu zaman sadece odasında, eşinin dönüşünü bekleyen ve kocasının artık ölmüş olduğunu, bu nedenle yeniden evlenmesi gerektiğini ileri sürerek kendisine talip olanları, meşhur "tela"sını bitirdiği gün aralarından birini seçeceğini söyleyerek oyalayan, bu telasını gündüzleri örüp geceleri sökerek bu sürenin uzamasına çalışan bir kadındır.

Sonunda Ulis, bütün engelleri ve çoğuna kendi iradesiyle sebebiyet verdiği maceraları aşarak İtaka'ya ve Penelope'ye kavuşur, hem de tam telanın bitirildiği ve Penelope'nin talipler arasında bir seçim yapma zamanının geldiği sırada. İşte bu eserdeki silik, sessiz, sabırla bekleyen ve ikinci plânda kalmış görülen Penelope ile kahraman Ulis'in bir mukayesesini yaparsak, Ulis'in ihtiraslarından sıyrılmamış, kendi kahramanlığını ispat etmek için maceralara atılan bencil, mevki ve hatta iktidar hırsı içinde zaafları olan bir kimse olduğunu, Penelope'nin ise bütün bu kötü duygu ve düşüncelerden arınmış, ideal kişiliği temsil ettiğini görürüz. Nasıl ki bir mason olarak mevki ve zenginlik hırsı, bencillik, ihtiras, taassup gibi benliğimizi saran kötülüklerden arınmaya çalışarak kendimizi yontmaya ve tekâmül ettirmeye uğraşıyorsak, masonik fikir ve prensipleri topluma açıklama ve yayma mücadelemizde de, Ulis'in temsil ettiği zaaf ve uygulamalardan sakınmamız ve "tüm insanlar ve insanlık için ideal ülkü mâbedi"ni temsil eden Penelope'ye ulaşabilmek için devamlı uğraş vermemiz gerekmektedir.

Kardeşlerim şimdi bana konu başlığının 21. Yüzyıla Girerken Masonluk olduğunu, ancak 21. Yüzyılla ilgili olarak daha bir şey anlatmadığımı söyleyeceksiniz. Halbuki ben her şeyi anlattığım inancındayım. Masonluk, Anayasasının yazıldığı ikiyüz yılı aşan bir süreden beri hep aynı prensip ve fikirleri savunmuştur. Demokratik ve lâik düzenden yana olmuş, totaliter rejimlere, insan haklarının çiğnenmesine karşı hep mücadele etmiş, insanların ahenk ve birlik içinde yaşamalarını sağlamanın yollarını aramıştır.

Bu prensip ve fikirler o zaman ne idiyse bugün de odur, bugün ne ise 21. ve sonraki yüzyıllarda da aynı olacaktır. Bu bakımdan mücadele ilk günkü gibi aynı şevk ve iradeyle devam edecektir. İnancım odur ki bu mücadele kesin bir şekilde kazanılmadıkça, herkes insan haklarından aynı ölçüde yararlanmadıkça, zulüm, taassup, istibdat yeryüzünden kalkmadıkça, Masonluğa da ihtiyaç duyulacak, bu ideallere gönül vermiş genç insanlar kapımızı çalacak ve localarımızda çekiç sesleri hep duyulacaktır.

Dilerim öyle olsun!

Ahmet ERMAN

Bu yazı ; Bornocu Ersan Tarafından yazılmış olup, , kategorisine eklenmiştir. Bu ve buna benzer yazıları RSS 2.0 . ile takip edebilir, ve eğer istersende bu yazıya 1 yorumda sen yapabilirsin!

0 yorum for " 21.Yüzyıla Girerken Masonluk "

Cevap Bırakın

Reklam